Medya Karşısında Kişilik Hakları ve Hak Arama

A- GENEL BAKIŞ:

Kısaca Basın diye adlandırdığımız; Gazete,  Radyo, Televizyon ve İnternet ile elektronik postalar ve sosyal medya olarak bilinen, facebook, twitter, ve benzeri kuruluşlar artık hayatımızın vazgeçilmezleridirler. Medya olarak adlandırılan bu kanallar artık sadece haber ve bilgi amaçlı kullanılmamaktadır. Bugün artık, bu kanalların olmadığı bir ticaret, ulaşım, eğitim, güvenlik, hastane, adliye düşünmek mümkün değildir. Bir başka ifade ile medya hayatımızın her anında etkin olarak kullanılmaktadır. Adeta kaliteli yaşam için olmazsa olmazımızdır.

Teknolojik gelişmelere bağlı olarak,  iletişimin ve bilgiye ulaşmanın çok geliştiği, medyanın çok çeşitlendiği ve hayatımızın her anının vazgeçilmezi olduğu günümüzde; medyanın yoğun kullanımı sonucu –medya suçları olarak adlandırabileceğimiz-hukuki problemler çeşitlenerek ve çoğalarak çıkmaktadır. Teknolojinin geliştiği ve buna bağlı olarak yeni suç tür ve yollarının geliştiği vakıasına rağmen hukuki düzenlemelerde aynı hızda değişiklikleri göremiyoruz. Bu da suçtan zarar görenleri, bireyleri daha da mağdur etmektedir. 

Medya alanında yasal düzenlemelere baktığımızda bir bütünlük göremiyoruz. Esasen kanaatimiz ve önerimiz o ki Medya mevzuatı tek kanunda toplanmalıdır. TRT’nin televizyon ve Radyoları ile ilgili 2954 sayılı, Özel Radyo ve Televizyonların Kuruluş ve Yayınları Hakkında 6112 sayılı, yazılı basın ile ilgili 5187 sayılı, İnternet Ortamında Yapılan Yayınların Düzenlenmesi ve Bu Yayınlar Yoluyla İşlenen Suçlarla Mücadele Edilmesi Hakkında 5651 sayılı Medya ile alakalı dört temel kanun başta olmak üzere, kırk civarındaki kanunda medya ile alakalı doğrudan hükümler vardır. Bu parçalanmışlık ve bütünleştirilememe başta suçtan zarar gören bireyler olmak üzere uygulayıcıları da zorda bırakmaktadır. 

Medya (Televizyon, radyo, gazete, internet, twitter, facebook vb.) vasıtasıyla bir suç işlendiğinde takip edilmesi gereken usulde, bu kanunların her birinde farklı vede diğeri ile çelişen hükümler vardır. Kişilik hakları zedelenen kişinin, tekzip yani cevap ve düzeltme hakkını kullanırken takip edeceği yol; gazete, televizyon, TRT, internet, twitter yada facebook olmasına göre farklılıklar arz etmektedir. Müracaat süreleri, yetkili mahkeme, takip edilecek usuller ve müeyyideler farklıdır. İnternet medyasının basın sayılıp sayılmayacağı hususunda da kanunlarımızda açık bir hüküm bulunmamaktadır. Yargıtay, internet ortamında işlenen suçların, yargılamalarının basın mahkemelerinde yapılmasını içtihat ettiğinden hükmen basın kabul edilmektedir. Bu konuda da acil yasal düzenleme yapılması gerektiği kanaatindeyiz.

B- ŞİKÂYET, TALEP VE DAVA:

İnternet ortamında işlenen suçlar sebebiyle, kişilik haklarının ihlali gerekçesiyle yapılan şikâyetler ve talepler ile açılan tazminat davalarının sayısı oldukça fazla olup her günde artmaktadır.   Fakat bu şikayet, talep ve davalarla bireylerin gereğince korunduğundan ve haklarını aldıklarından bahsetmek oldukça güçtür. Hukukun geç işlemesinin yanı sıra konunun kendine has sıkıntıları mevcuttur.

Oluşan zarardan en az zarar görmek için hukuku ve takip edilecek usul ve yöntemleri iyi bilmek ve zamanında gereğince uygulamak gerekmektedir. Bunlar kısaca;

Yayın yoluyla kişilik haklarının ihlali halinde:

1-) Yapılanın suç olması sebebiyle Cumhuriyet Başsavcılığına müracaatla şikâyetçi olunması,

2-) Tekzip  (cevap ve düzeltme) hakkının kullanılması, Hazırlanacak cevap ve düzetme medninin yayınlanması, olayın özelliğine göre; yayın içeriğinin durdurulması, çıkartılması, kaldırılması, sitenin (domain adresinin) yayınının durdurulması, kapatılması, erişimin engellenmesi hususunda karar almak için yetkili ve görevli Sulh Ceza Mahkemesine başvurulması.

3-) Maddi ve manevi tazminat davası ve düzeltmenin veya kararın yayımlanması: 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun; 24 ve 25. maddeleri, hukuka aykırı olarak kişilik hakkına saldırılan kimsenin korunması hususunda hüküm getirmektedir. Madde “ …Kişilik hakkı zedelenen kimsenin rızası, daha üstün nitelikte özel veya kamusal yarar ya da kanunun verdiği yetkinin kullanılması sebeplerinden biriyle haklı kılınmadıkça, kişilik haklarına yapılan her saldırı hukuka aykırıdır.” Hükmünü amirdir. Talep üzerine Hakim; saldırı tehlikesinin önlenmesine, sürmekte olan saldırıya son verilmesine, sona ermiş olsa bile etkileri devam eden saldırının hukuka aykırılığının tespitine karar verir. Ayrıca yine talep üzerine; düzeltmenin veya kararın üçüncü kişilere bildirilmesi ya da yayımlanması da karar verir. 

Kişilik hakları ihlal edilenin, maddî ve manevî tazminat istemleri ile hukuka aykırı saldırı dolayısıyla elde edilmiş olan kazancın vekâletsiz iş görme hükümlerine göre kendisine verilmesine ilişkin talepte bulunma hakkı saklıdır.

Kişilik haklarının korunması için açılacak bu dava kişilik haklarını ihlal edenin veya edilenin yerleşim yeri mahkemelerinde de açabilir.

Saldırının yaptırımı ise Borçlar Kanununun 49. maddesinde “Kusurlu ve hukuka aykırı bir fiille başkasına zarar veren, bu zararı gidermekle yükümlüdür.

Zarar verici fiili yasaklayan bir hukuk kuralı bulunmasa bile, ahlaka aykırı bir fiille başkasına kasten zarar veren de, bu zararı gidermekle yükümlüdür.” Hükmü ile düzenlenmiştir.

 

C- ÖZGÜRLÜKLERİN ÇATIŞMASI:

Kişilik haklarının yayın yoluyla ihlal edildiği iddiasıyla açılan davalarda basın özgürlüğünün koşullarının, ölçü ve sınırlarının ne olduğu tartışılması gereken önemli bir konudur.

Basın özgürlüğü ile bireyin temel kişilik hak ve özgürlükleri ve hatta hak arama özgürlüğü, çatıştığı zaman nasıl hareket edilecek ve hangi hak üstün tutulacak. Bu konuda teoride çok değişik görüş ve düşünceler olup üzerinde çoğunluğun ittifak ettiği bir görüş yoktur. Bu konuda son noktayı koyan ve aşağıda birçok örneğini sunduğum Yargıtay kararlarında bile yeknesaklık yoktur.

Hukukun, bir olayda çatışan bu üç değeri aynı konuda ve zamanda koruma altına aldığı düşünülemez. Aksi halde, hukukun kendisi kendi kuralları ile çatışmış olur. Aslında konu dikkatle değerlendirildiğinde her üç değerinde aynı anda birbirine karşı korunmadığı, çatışma durumunda somut olaydaki özelliğe göre birinin diğerine üstün tutulduğu görülecektir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Esas: 2006/4-540 Esas, 2006/601 Karar sayılı ve 27.09.2006 tarihli içtihadında “Basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır. Devletin resmi belgelerinde geçen ciddi bir iddianın varlığı, dava konusu yayının görünürdeki gerçeğe uygun olduğunu gösterir.”

Anayasa’nın 36. maddesi; herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma hakkına sahip olduğuna amirdir.  Bu düzenlemeden kişinin hak arama özgürlüğünün güvence altına alındığı tartışmasız olarak anlaşılmaktadır. Bu sebeple kişilik hakları zedelenen kişi, gerek yargı mercilerinde vede gerekse yetkili kurum ve kuruluşlara müracaatla kendisine zarar veren kişilere karşı, zarar gören haklarının korunmasını, bunun neticesi olarak zarar veren hakkında yasal işlem yapılması ile cezalandırılmasını istemek hak ve yetkisine sahiptir.

Anayasanın güvence altına aldığı işbu hak arama özgürlüğünün yanında, 12. maddede herkesin kişiliğine bağlı dokunulmaz, devredilmez, vazgeçilmez temel hak ve özgürlüklere sahip olduğu, 17. maddesinde de, herkesin yaşama, maddi ve manevi varlığını koruma ve geliştirme hakkına sahip bulunduğu düzenleme altına alınmıştır.

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2008/8907 E., 2008/11665 K.  Sayılı içtihadı ile “hukuka aykırılık” konusunda basının konumu gereği durumunu ayrı değerlendirmek gerektiğine işaret etmektedir. “Basın özgürlüğü, Anayasanın 28. maddesi ile 5187 sayılı Basın Yasasının ı, ve 3. maddelerinde düzenlenmiştir. Bu düzenlemelerde basının özgürce yayın yapmasının güvence altına alındığı görülmektedir. Basına sağlanan güvencenin amacı; toplumun sağlıklı, mutlu ve güvenlik içinde yaşayabilmesini gerçekleştirmektir. Bu durum da halkın dünyada ve özellikle içinde yaşadığı toplumda meydana gelen ve toplumu ilgilendiren konularda bilgi sahibi olması ile olanaklıdır. Basın, olayları izleme, araştırma, değerlendirme, yayma ve böylece kişileri bilgilendirme. öğretme, aydınlatma ve yönlendirmede yetkili ve aynı zamanda sorumludur.

Basının bu nedenle ayrı bir konumu bulunmaktadır. Bunun içindir ki, bu tür davaların çözüme kavuşturulmasında ayrı ölçütlerin koşul olarak aranması, genel durumlardaki hukuka aykırılık teşkil eden eylemlerin değerlendirilmesinden farklı bir yöntemin izlenmesi gerekmektedir. Basın dışı bir olaydaki davranış biçiminin hukuka aykırılık oluşturduğunun kabul edildiği durumlarda, basın yoluyla yapılan bir yayındaki olay hukuka aykırılık oluşturmayabilir.”

 

Aynı içtihadında Yargıtay temel hak ve özgürlüklerle basın özgürlüğü çatışma durunda ne yapılması gerektiği hususunda “Ne var ki basın özgürlüğü sınırsız olmayıp yayınlarında Anayasanın Temel Hak ve Özgürlükler bölümü ile Türk Medeni Kanununun 24 ve 25. maddesinde yer alan ve yine özel yasalarla güvence altına alınmış bulunan kişilik haklarına saldırıda bulunulmaması da yasal ve hukuki bir zorunluluktur.

 

Basın özgürlüğü ile kişilik değerlerinin karşı karşıya geldiği durumlarda: Hukuk düzeninin çatışan iki değeri aynı zamanda koruma altına alması düşünülemez. Bu iki değerden birinin diğerine üstün tutulması gerektiği, bunun sonucunda da daha az üstün olan yararın daha çok üstün tutulması gereken yarar karşısında o olayda ve o an için korumasız kalmasının uygunluğu kabul edilecektir. Bunun için temel ölçüt kamu yararıdır. Gerek yazılı ve gerekse görsel basın bu işlevini yerine getirirken. özellikle yayının gerçek olmasını, kamu yararı bulunmasını, toplumsal ilginin varlığını, konunun güncelliğini gözetmeli, haberi verirken özle biçim arasındaki dengeyi de korumalıdır. Yine basın, objektif sınırlar içinde kalmak suretiyle yayın yapmalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan gerçek olmadığı anlaşılan olayların yayınından da basın sorumlu tutulmamalıdır.” Demiştir.

 

Yargıtay 4. Hukuk Dairesi 2002/9344 E, 2002/13808 K. Sayılı bir başka içtihadında “ basın, somut gerçeği değil, o anda belirlenen ve var olan ve orta düzeydeki kişilerce de yayının yapıldığı biçimi ile kabul edilen olguları yayınlamalıdır. O anda ve görünürde var olup da sonradan, gerçek olmadığı anlaşılan olayların ve olguların yayınından basın sorumlu tutulmamalıdır. Devletin resmi belgelerinde geçen ciddi bir iddianın varlığı, dava konusu yayının görünürdeki gerçeğe uygun olduğunu gösterir.”

D- SONUÇ:

Teknolojik gelişmelere bağlı olarak, internet web sitelerinin ve kullanıcılarının çoğalması, sosyal medyaların ve kullanıcılarının her gün artması yeni yeni suç türü ve alanları oluşturduğu gibi suçları da artırmaktadır. Bu suçlarla mücadele hususunda yasal düzenlemeler eksik ve yetersizdir. Bu sebeplerle bireyler korumasızdır. Bilgi kirliliği ve hatta kirli bilgilerle yapılan yayınlardan zarar gören kişilerin temel hak ve özgürlükleri çoğu zaman basın özgürlüğüne feda edilmektedir. Daha fazla gecikmeden gerekli ve yeterli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

Şenalpözer